MODERN DÜNYADA İNSANLIĞIN
İKİ FARKLI YÜZÜ

Muhammed ASLAN

İnsan biyolojik olarak iki eli, iki ayağı olup akıl ve düşünme yeteneğine sahip olan en gelişmiş canlıdır. Felsefi olarak bir muamma olan insanın farklı özellikleri, yüzyıllar boyunca birçok filozof tarafından tartışılmıştır. Asırlar boyu farklı özellikleriyle felsefi tartışmaların merkezinde olan insan; hiç tartışmasız yaşadığı dünyayı şekillendiren, anlamlandıran, zaman ve mekâna hapsolmadan geçmişi geleceğe taşıyabilen tek varlıktır. Hümanizmin ortaya çıktığı XIV-XV. yüzyıllardan itibaren insan, sanat, edebiyat ve bilimin merkezine konmuş, insanın bilinmeyenleri farklı disiplinler tarafından araştırma konusu olmuş, insanın doğası ve fıtratı anlaşılmaya çalışıldı. Daha sonraki yüzyıllarda psikoloji, iletişim, sosyoloji gibi bilim dalları başta olmak üzere birçok sosyal bilim dalının en temel amacı da insanı, insanın doğasını araştırmak, anlamak ve kavramaktı. Modernizmin inşa edildiği XVIII ve XIX. yüzyıllarda insanın çevre, doğa ve birbirleriyle olan iletişimi üzerine araştırmalar artarak devam etti. Bu dönemde insan bir yandan bilimsel olarak anlaşılmaya çalışılırken diğer yandan ABD’de “Bağımsızlık Bildirisi” Fransa’da “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” yayınlanarak insanların, temel hak ve hürriyetleri devletlerin teminatı altına alınıyor, insan merkezli evrensel hukukun temelleri atılıyordu.
Her açıdan insanın hayatın merkezine konduğu bir dönemde özellikle Sanayi İnkılabı ile birlikte sömürgecilik hareketlerinin yayılmasına bağlı olarak Batı dünyası egemenliği altında kalan bölgelerde insanları siyahla beyaz, efendi ile köle olarak ayırmışlardır. Yapılanlar bununla da sınırlı kalmamış, kendileri gibi olmayan tüm insanlığı ötekileştirmişlerdir. Evrensel hukuk kurallarını çiğneyerek kendisinden olmayan herkesi ötekileştiren, tüm insani değerleri çiğneyen Batı toplumunun ekonomik kalkınmasının temelinde emekleri, toprakları, gelecekleri ve umutları sömürülen farklı kıtalardan yüzbinlerce, milyonlarca insanın alın teri yatmaktadır. Bu çifte standart çok uzun bir dönem devam etmiş, ilkel kapitalizm Batılıların kendilerinden görmediği insanların emekleri üzerine kurulmuştur. Çağdaş Batı toplumunun yakın tarihte yüzleşmesi gereken en önemli tarihsel sorun kurduğu ve yüzyıllarca koruduğu sömürü, kölelik ve mandaterlik düzeniydi. Batılılar bu düzende farklı insanlara, farklı toplumlara çifte standart uygulayarak onların en temel hak ve hürriyet-lerini ellerinden almış, sömürü düzenini ekonomik ve yaşam özgürlüklerini ellerinden aldıkları insanların, toplumların üzerine kurmuşlardı. Bu yanlış uygulamalardan II. Dünya Savaşı sonrasında dönmeye başlayan Batı toplumu sömürge alanlarında büyük yıkımlar, enkazlar bıraktılar. Toplumların hafızalarından silinmeyen bu olaylar, Doğu ile Batı’nın ayrışmasının, sömüren ve sömürülen ülkeler arasındaki tarihsel düşmanlığın, ırkçılık ve nefretin günümüze kadar ulaşmasına neden oldu.
Bir utanç vesikası olarak adlandırabileceğimiz bu tarihsel yanlış ne yazık ki günümüzde de devam ettirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde kısmen devam eden bu çifte standart özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devam etmektedir. İnsanlar; inancına, kimliğine, memleketine, mezhebine, ten rengine göre değerlendirilmekte ve bunlara göre muamele görmekte, ötekileşti-rilmektedir. Bu açıdan her türlü kamplaşmanın olduğu modern dünyada insanlık ve insani değerler vicdanlara hapsolmuştur. Çözüm yolu; savaş değil barıştan, çatışma değil diyalogdan, çifte standart değil adaletten, üstünlük değil eşitlikten, baskı ve tahakkümden değil insan haklarından, sömürüden değil adil bir düzenden geçmektedir. İnsanların ayrıştırılmadığı, sömürülmediği, temel hak ve hürriyetlerinin ellerinden alınmadığı, ırkçılık ve nefretin son bulduğu, yıkılan gönül köprülerinin yeniden kurulduğu adil bir dünyada yaşamak dileğiyle…

Yorum Yaz