NURGÜL TEKELİ

Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Biz, Cumhuriyeti köylere götüremedik. 40 bin köyün 35 bini okulsuz ve öğretmensiz, bir çözüm bulalım,” sözüyle başlayan girişimlerin yolculuğudur, Köy Enstitüleri…
Kuruluşu ve kapatılışı üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen gündemde her zaman yer almış, varlığı ve yokluğuyla tartışma konusu olmuştur.
1924 yılında Mustafa Kemal tarafından Türkiye’ye davet edilen John Dewey’nin, “Türkiye’de eğitim nasıl olmalıdır?” niteliğinde bir rapor hazırlaması istenmiştir.
Dewey’nin hazırladığı raporda, özellikle kırsal bölgelerdeki okulların toplumsal yaşam merkezleri haline getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bunun üzerine Atatürk, ilk defa Köy Enstitülerinin kuruluş yasalarını çıkartmıştır. İlk önce askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden köy öğretmeni yetiştirilip köylerine öğretmen olarak gönderilmeleri projesini önermiş ve bu proje uygulamaya geçilmiştir.
Aslında Köy Enstitüleri yüzyıllarca ihmale uğramış köy insanına kaderini değiştirecek bilinç ve beceriyi kazandıracaktı.
Köy Enstitüleri’nde, Dewey’nin, okul eğitiminin yerel koşullara uyarlanması, iş ve eğitimin birleştirilmesi fikrini yerine getirmek, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına uygun olarak geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, reformların yerleşmesi için gerekli koşulları oluşturmak, halkın siyasi, ekonomik ve kültürel yaşama aktif bir şekilde katılımını sağlamak amaçlanmıştır. Kendi haklarını bilen, bilinçli ve aydın bireyler…
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yönetimi ve Genel Müdürlüğe atanan İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmalarıyla gerçekleştirilen devrim niteliğinde bir proje olarak yer almıştır.
Enstitülerin ilk yıllarında okul atölye, araç gereç gibi ihtiyaçların eksikliğinden, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten dolayı zorunlu bir müfredat uygulanmamıştır.
Tek tip müfredat yerine bölgesel imkan ve ihtiyaçlara göre farklı müfredatların yapılması yararlı bulunmuş her enstitüye kendi programını düzenleme yetkisi tanınmıştır. Mezun olanların aynı anda hem okulu öğretmeni hem de toplumun eğitmeni olması beklenmiştir. Tayin edildikleri köylerin her türlü eğitim ve öğretim işlerini görmekle yükümlülerdi. Köy Enstitüsü’nü bitiren öğretmenler sadece bir öğretmenliğe değil kendi okul binalarını köylülerin yardımıyla yapacak kadar inşaat bilgisine sahip aynı zamanda ziraat, sağlık arıcılık, terzilik, duvarcılık, bağcılık, demircilik, marangozculuk gibi alanlarda da gelişmiş donanıma sahip oluyorlardı.
1930-1940 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olduğundan ülkedeki tarımın geliştirilmesi, modernleştirilmesi gibi konularda Köy Enstitülerine büyük sorumluluk düşmüş Enstitüler zirai çalışmaların yapılabileceği alanlara kurulmuştur. Her köy Enstitüsü’nün, ziraat işlerinin verimli bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri tarla, bağ, bahçe ve atölye gibi tesislerle köylülere rehberlik edip ve köylülerin bunlardan faydalanmalarını sağlamak hedefleri arasında yer almıştır. Her bölgeye göre her alanda bilinmeyenler öğrencilere ve köylüye öğretiliyordu. Müzik, edebiyat, tiyatro, halk oyunları, spor, resim gibi alanlarada yer verilen bilim ve sanatın ışığında yetişen bir toplum… Köylerde ilk tiyatro sahneleri yine bu dönemde yapılmış, oyunlar sergilenmiştir.
İsmail Hakkı Tonguç’un dediği gibi
“İhtiyaç yaratmanın anasıdır…”
Hasan Ali Yücel, dünya klasiklerini Türkçe’ye tercüme ettirmiş, Köy Enstitüleri, her yıl 25 klasik roman okuyarak her alanda olduğu gibi edebiyattada birikimli ve kültürlü öğrenciler yetiştiriyordu.
Aşık Veysel, Köy Enstitülerini gezerek müzik dersi verip bağlama çalmayı öğretmiştir. Sadece bağlama değil, mandolin piyano gibi çeşitli müzik aletlerinin kullanımıda öğretilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa yatılı karma eğitim sağlayan kurum Köy Enstitüleri olmuştur.
Köy Enstitüleri o yıllarda sadece Türkiye’ye özgü bir eğitim öğretim projesi olmuş diğer devletlerin örnek aldığı ve üzerine akademik araştırmalar yaptığı muhteşem bir sistemdir. Şimdi sizden sadece günümüzdeki eğitim ve öğretimi ve Köy Enstitülerindeki eğitim ve öğretimi karşılaştırmanızı istiyorum. Benim içimden geçen tek cevap var o da kocaman bir hüsran…
Ne yazık ki o dönemde bu kadar ileri düzey bir eğitim öğretim hayatından geçen öğretmenlerin geldikleri yerleri unutup köylerde öğretmenlik yapmak yerine büyük şehirlerde yapmayı tercih ettiklerini tarihte görüyoruz. Bugün ise kırsal bölgelere giderek meslek aşkıyla yanan, faydalı bireyler yetiştirmek için çabalayan öğretmenlerimizin teröristlerce şehit edilmelerine şahitlik ediyoruz. Çok acı…
Devamında ise Köy Enstitüleri üzerinden kötü propaganda yapan siyasetçilerin hedefi oldu. Köylü biliçli olarak bu kurumlardan soğutuldu, uzaklaştırıldı. Kurumlar, kurulma amaçlarından uzaklaştırıldı, siyasi amaçların kurbanı oldu, içeriği değişikliğe gitti ve sonuç olumsuz oldu. Yıkmak, yapmaktan daha kolaydı… Bir başarıyı hazmetmek ise çok büyük bir erdemdi…
Gelelim Truman Doktrinine…
2. Dünya savaşı sonlanırken Sovyetler Birliği, Türkiye’ye 20 yıllık dostluk anlaşmasının süresini uzatmayacağı kararını bildirmiş ve farklı isteklerde bulunmuştur. Türkiye bu istekleri reddetmiş ve tek başına mücadele etmeye çalışmıştır. ABD, Sovyetler birliği’nin yayılmacı politika izlemesinden rahatsız olmuş Truman Doktrinini yayınlayarak yeni dünya düzeninde aktif olarak yer alacağını göstermiştir. Ve böylece ülkeler arasında soğuk Savaş resmen başlamıştır. Türkiye’nin, sürekli Sovyetler birliği’nden gelen tehdit ile başlayan, ABD yanlısı tutumu, Truman Doktrini ile doruğa ulaşmıştır. Doktrin ile verilen askeri yardımlar ve doktrinin bir sonucu olan Marshall ile verilen ekonomik yardımların sürdürülmesi için gösterilen çabalar bir süre sonra yöneticilerin kişisel tercihleri ile abartıya kaçmıştır. Truman doktrini ile başlayan sürecin sonuçları günümüze kadar uzanan siyasi, ekonomik, askeri kültürel ABD etkisi Türk siyasi hayatına girmiştir.
Peki, ABD, bize ne karşılığında yardım yaptı dediğinizi duyar gibiyim. Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesi, 5 yıllık kalkınma planlarının kaldırılması, köy enstitüleri gibi kurumların kapatılmasını talep etti…
Böylece sırf ABD’den yardım almak için oluşmasında büyük çaba sarf ettiğimiz kalkınma planlarından vazgeçtik. İleriyi görebilen, elindeki en büyük hazinesinden biri toprak olan Türkiye, geçmişi unutarak topraktan ve üretimden anında el çekmiş, özgür, kültürlü, aydın, ileriyi görebilen bilinçli bireyler-ABD’nin işini zorlaştırırdı- yetiştirmeyi de seve seve bırakmıştır. Kaleyi içten yıkmaya çalışan ABD, nabza göre şerbet vermiş yöneticilere, üstüne bir bardak daha istenmiştir. İnsanoğlunun hazıra ve rahatlığa kolay alışma gibi kötü bir yanı hep vardır. Aydın kesim ve köylü kesim arasındaki fark yeniden açılmaya başlamış, ABD, büyük planları için uzun soluklu zeminler hazırlamış, büyük ideaları için yetiştirdiği ajanları Türk milletinin hassas olduğu din pelerini içinde sahaya indirmiştir. Ajanların ülke içinde destek göreceği kadar taraftarı ABD toplamıştır. Ama olsun yardım aldık!!!
Marshall yardımı da bunların tuzu biberi olmuştur. Tam da ABD’nin istediği gibi yönetimi kolay -din sömürüsü üzerinden- kendisine bağımlı, sorgulamayan, küçük çıkarlar peşinde olan, tüketimin dikte edildiği, siyasetten, sazdan ,sözden anlamayan ve çabalamayan bir toplum oluşturmanın temelleri atılmıştır. Nerede kaldı verilen o kadar emek çekilen onca çile dediğinizi derin elem içerisinde işitiyorum…
İşte Köy Enstitüleri’ni böyle bitirdiler ama onlarda çok iyi biliyor ki biten bir enstitü değildi.
Biten Türkiye’nin temelini attığı aydınlık bir gelecekti…
Bunların yanında bir de ABD’nin gerçekleştirdiği bir eğitim programı vardı. Ülkelerden seçtikleri kişileri alıp işte belirli bir eğitim sürecinden devlet yönetme şekillerinden çözüm süreçleri gibi yöntemlerin, dünya siyasetinin öğretildiği bir eğitim programı vardı adı şu an aklıma gelmiyor, içinde ülkemizden çok bilindik tanıdık siyasetçiler de yer alıyor. İlerleyen zamanlarda umarım buna da yer verebilirim.
Yazımın sonunu yıllar önce bugünü gören ve defalarca dile getiren araştırmacı, gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun şu sözleriyle bitiriyorum.
“Köy okulları 1940’lı yılların başında çıktı sonuna doğru kapatıldı. Niçin?
Çünkü Türkiye bu yıllarda da bir yol ayrımındaydı. Dünya büyük bir savaş yaşamaktaydı, rasyonel sosyalist rejimlerle Marsist rejimler ve burjuva demokrasileri arasında, bunların orduları arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta bu savaşa katılmaması siyaseti yürütmekteydi ve bir çeşit duyarlı siyasetle iki tarafın gelişimini izlemekteydi. Yani denge politikası izliyordu.
Köy Enstitüleri fikri bugün önemi daha çok anlaşılan Tonguç babanın çalışmalarıyla ideolojisiyle ortaya çıkmıştır. Saffet Arıkan’ın
bakanlığı döneminde genel müdürlüğe getirilen Hakkı Tonguç daha sonra Hasan Ali Yücel ile birlikte çalıştı.
Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış mutlaka yıkılmıştır. Her kim ki din sömürüsünü kullanır bir süre yararlı olur belki ama sonunda mutlaka yenilgiye uğrar. Halk din sömürüsünü affetmiyor. Bu çok önemli bir olgu çok önemli bir sonuç çok önemli bir gerçektir.
Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim eğitim içinde üretim ilkesini benimsemiştir. Köy çocuklarını Atatürk devrimlerinin ve kemalizmin toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Ancak şimdi ne oluyor? Şimdi aynı köy çocukları Köy Enstitüleri yerine İmam Hatip okullarına gidiyorlar gidiyorlar da ne oluyor?
1983 rakamlarına göre diyanet işleri bakanlığında 46.000 personel var 23.000’i ilkokul mezunu peki o zaman bu ilahiyat fakülteleri ne işe yarıyor? Bunlar İmam Hatip olmuyorlar. Hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal fakültelerine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma kaymakam yetiştiren bölümün öğrencilerinin %41’inin ilahiyat kökenli olduğunu kanıtlıyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce İmam Hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar.
2000’li yılları doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu emniyet müdürü İslam en kötüleri mezunu kaymakam İmam Hatip mezunu olacak.
Devleti tepeden tırnağa ileri düşüncelerle donatırsak ancak o koşullarla köy enstitüleri de kurulabilir.
Biz 21 yüzyıla girerken şunu görüyoruz ki Türkiye’de bugüne kadar sonuç almış en güçlü örgüt Kuvayi Milliye örgütüdür Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvayi Milliye toplumun en önemli sivil örgütlenme modelidir. İkincisi kırklı yıllara rastlayan köy enstitüleridir. İkisi de bir toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır. İdeolojide Kuvay-ı Milliye tam bağımsızlık ilkesi eğitimde Köy Enstitüleri…”
Nurgül TEKELİ
2 yorum “KÖY ENSTİTÜLERİ”
Geçmişi yine hasretle yad ettik kaleminize sağlık 👏🏻👏🏻💐
Teşekkür ederim düşüncelerinizi paylaşmanız çok kıymetli 💐☺️