Merve Nur MADEN

Merhaba.
İçimiz bir hasret yığını… Bazen bildiğimiz bazen de hiç bilmediğimiz, duymadığımız, görmediğimiz şeylerin hasretini çekiyoruz. Çünkü bilmemek hasretlerin belki de en büyüğü… Hep tanıdık şeylere mi hasret duyar insan? Hayır… Bazen ruhumuza çok yabancı bir hasret gelir taht kurar bedenimize. Bu hasret ki hem çok yabancı hem çok tanıdık. Kime peki bu hasret? Kendimizin ta kendisine…
Kendimize hasret duyalım ki kendimize kavuşalım sevgili okur. Kendimizden uzaklaşalım ki sonra yine kendimize yaklaşalım ve bazen kendimizle boğuşup kendimize küselim ki yine kendimizle barışalım. İçimizde hep yanıp duran, gölgesi tılsımlı bir mum olmalı kendimizle savaşan.
Nasıl tüketeceğiz bu hasreti? Nasıl geçecek bu gönül sancıları? diye sormadan da edemiyor insan. Hani demiştik ya bir yolunu bulup çıkmalı bu paslı labirentten diye. Nasıl çıkmalı? İnsan bazen fikrine de hasret geçiriyor günlerini, aylarını ve yıllarını. Gerçi bu hasreti tüketmek isteyen kim? Varsın kalsın kalabildiği kadar. Kavuşmaların tayini bizden mi sorulur? Hâşâ…
Madem sonunda kendine kavuşmak var, değmez mi bu hasreti çekmeye? Değer… Çünkü insan en büyük hasreti kendine duyuyor. İnsan zaman geçtikçe, yaş aldıkça en çok kendini özlüyor. Yollar yürüdükçe uzamaya başlıyor bir zaman sonra. Yollar da bu hasretin bir parçası oluveriyor.
Bazı yollar yürüdükçe kısalır, bazı yollar durdukça. Bazen bir şeye ulaşmanın tek yolu, durup dinlenmekken bazı şeylere kan ter içinde koşmak gerekir. Peki kendimize duyduğumuz hasretin şifası hangisi ola? Yine de bitmemeli sevgili okur. Kendini tam olarak bulmak, sanıldığı kadar güzel bir şey değil çünkü. Hep hasret kaldığımız, aradığımız ve adandığımız bir şey kalmasın mı içimizde?
Kendinize hasretiniz daim, kavuşmalarınız yakın olsun.Var olun.