Merve Nur MADEN

Merhaba.
Ne kadar gönülden merhaba denebiliyorsa, bir enkaz yığınının altından sesim ne kadar duyulabiliyorsa, gözü yaşlı, bağrı yaralı analar, eşler, çocuklar ne kadar hayatına devam edebiliyorsa işte o kadar merhaba…
“Yaralarımızdan konuşalım.” diyerek çıktığımız yolculukta, yaraların en derininden bahsedeceğimden ben de habersizdim.
Yaşarken haberdâr olduğumuz kaç şey var sanki kıymetli okur? Nefes aldığımız her an bizim için bir sürpriz değil de ne?
Uyuyup uyanamamak ne acı… O derin uykular içinde kendini seyretmek ne zor… Belki birçoğumuz yaşarken de görmüyor, duymuyor, bilmiyoruz onca şeyi. Koşturarak yaptığımız her ne varsa yetişebileceğimizi sanıyoruz. Oysa yetişemediğimiz, eksik kaldığımız o kadar şey var ki farkında bile değiliz. Peki ne bizden daha hızlı olan? Ölümün ta kendisi değil mi? Evet, ölüm bizden daha hızlı sevgili okur. Ve ölüm birçok kalpten daha soğuk… Bin bir battaniyenin altına girsen de ısıtmayacak kadar…
“Şimdi”den daha kıymetli başka bir zamanın olmadığı ne zaman anlaşılır tahminen, bilmiyorum. Ancak ertelediğimiz her şey, bize bir pişmanlık, bir kalp ağrısı, yürek sancısı olarak dönüyor. Dileyemediğimiz bir özür, tutmak isteyip tutmadığımız bir el, yaslanamadığımız bir omuz, özlediğimiz ama bakamadığımız bir çift göz, atmak isteyip atamadığımız bir adım koca bir sarsıntıda devrilip gidiyor. Sanıyor musunuz ki, o enkazın altında kalan yalnızca bedenlerdir? Hayır. O enkazın altında nice hayaller, ümitler, bekleyişler, kalp kırıklıkları, sevinç çığlıkları da ezilip gidiyor işte. Bir varmış, bir yokmuş misali. Bir bakmışsınız çok, bir bakmışsınız hiç….
Velhâsıl, bu öyle bir acı ki yazarken kalemim kanıyor. Gelin ertelemeyelim bir kez olsun. Bir kez olsun ölümden daha hızlı davranalım.
Başka türlüsüne yürek dayanmıyor sevgili okur.
Var olun.