Merve Nur MADEN

Merhaba.Hatırlamanın da bir çeşit yara olduğunu anlıyor insan gün geçtikçe. Üstelik öyle bir yara ki, saplandı mı hançer gibi kalbine, feleğini şaşırtır insanın.
Neyi hatırlıyoruz peki en çok? Sandıklarımızı mı, yandıklarımızı mı, yanıldıklarımızı mı, beklediklerimizi mi, kazandım sanıp kaybettiklerimizi mi?
İçimizde olup biten ne varsa hep bir şeylere benzetme ihtiyacı duyarız ya hani… Hatırlamak en çok da yas tutmaya benziyor. Sadece ölenlerin değil, yaşayanların da yası tutulur bazen bilirsiniz. Hatırlamak dediğimiz şey, göğüs kafesini inceden inceden yok eden o deli ağrı değil mi? İnsan kalbiyle hatırlamıyor mu ve yaralarımız kalbimizin süsü değil mi zaten?
Yaralar, gönül köşkümüzün en kıymetli sakinleri… Yaralar sevilmez mi hiç? Unutmak diye bir şey gerçekten varsa ve ona ilaç diyorsalar, hatırlamak değil mi? Elbette öyle. Bazen merhem, yaranın ta kendisidir çünkü.
Yok öyle, benim unutmadığım her neyse, o da beni unutmamış olsun. Yok öyle bir dünya. Ama insan bir kez olsun, hatırladığı da onu hatırlasın istiyor. Benim gördüğümü görmesin dert değil ama bir kez olsun benim baktığım gibi baksın istiyor. İnsan bazen kendine yaslanmaktan, sağ eliyle sol elini tutmaktan da yoruluyor sevgili okur. Her defasında güçlü olmak zorunda kalmaktan da yoruluyor. İnsan bir kez olsun zayıflığına yenik düşmek istiyor. Güneş bile, bir doğarken bir de batarken selamlar yeryüzünü. Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterecek kadar vefâlıyken zamana… Bazen düşmeyiverirsiniz işte hatrınızdan düşmeyenin hatrına. Ne yapalım suçlu mu arayalım şimdi?
Böyle anlarda hatırlamak dikilir başucumuzda. En tiz perdeden seslenir: “Ben buradayım.” diye. İşte bu yüzden de, hatırlamak insanın kendi kendisine içini dökmesidir belki de.
Hatırlamak bir yara, kabul. Diyecek bir söz yok ama sormadan da edemiyor insan. O zaman unutmayanların yarası ne?Bazı soruların cevabı için aynaya ayna tutmak gerekiyor sevgili okur.
Yine de hatrınızda olanın hatrında kalmanız ümidiyle… Var olun.