GERİYE SADECE ÖZVERİ KALACAK

Zafer SARAÇ*

Yönetmen: J. D. Dillard

Senaryo: Jack Crane, Jonathan Stewart, Adam Makos

Yapımcı: Thad Luckinbill

Oyuncular: Jonathan Majors, Glen Powel, Christina Jackson

Sinametografi: Eric Messerschmidt

Müzik: Chanda Dancy

Yapım: ABD-2022

Tür: Savaş, Dram

Süre: 139 Dakika

Orijinal İsim: Devotion

Sinemanın efsunlu bir gücü olduğu inkâr edilmez. Öyle ki Beyazperde oluşturduğu algılarla geçmişin günahlarının silinmesi için etkin bir şekilde kullanılabilir. Kemikleşmiş tarihi verileri çarpıtmak mümkün olmamakla beraber, çoğu zaman oluşan kötü imajın etkilerinin silinmesi için uğraşılır. Hitap edilen kitlenin tarihi realitelere yakınlığı nispetince oluşan algının etkisi daha belirgin olur. Misal geçmişin çileli ve hor görülen insanları hiç hak etmedikleri biçimde günahkâr pozisyonuna yükselebilir. Ya da ırkçılığı, insan onuru zedeleyecek şekilde politika haline getirenlerin hümanizm yanlısı ve insancıl oldukları vurgulanabilir. Tabii algıya ve subliminal mesajlara heykeltıraş hassasiyetiyle şekil verenler, işlerini o kadar iyi yaparlar ki izlediği filme birkaç saatini eğlenmek için ayıran seyirci ince hesapları dikkate almaz. Bu yüzden sinemada oluşturulan algıyı fark etmek için kimin en çok günah çıkardığına bakmak bazen yeterlidir.

Amerikan sineması son yirmi yılda dikkat çekecek şekilde Siyahi vatandaşlarına yapılan haksızlıkları perdelerine taşır. İlk aşamada yönetici erkin veya Amerikan insanının Siyahilere karşı geneldeki yanlış tutumu vurgulanır. Bu genel kabulden sonra işin diğer boyutuna dikkat çekilir. Irkçılığın dışlanması için Amerikan toplumundaki ılımlıların deyim yerindeyse insana insan gözüyle bakanların hikâyeleri ön plana çıkarılır. Irkçı cehennemin içinde ten renklerinden dolayı hak etmedikleri bir kaderi yaşayanlara uzatılan yardım ellerine dikkat çekilir. Yani kısaca Amerikan sineması “kötüyüz ama hepimiz değil” der.

Irkçılık temalı her filmde beyaz atlı prens serencamıyla arz-ı endam eden yardımcı karakterlerin rolü bazen öylesine vurgulanır ki ana karakterin yaşadığı çileler bile gölgede kalır. Yakın dönemde gösterime giren “Özveri” isimli film de ilk aşamada yukarıda izah ettiklerimizi akla getirir. Yani Siyahileri ezmeye ve hor görmeye namzet siyasi erk, bireyler ve toplum söz konusudur, ama ırkçı tutumdan uzak rengi, dini, ırkı ne olursa olsun dostunun yanında olan karakterler de vardır.

Kabul etmek gerekir ki bundan yarım yüzyıl öncesinin Amerika’sı Siyahi insanların mutlu mesut yaşayacağı bir ortam değildir. Ama “Özveri” isimli filmde Siyahi ana karakterin böylesi bir ortamda olduğu ilk aşamada fark edilmez. Ne zaman ki film şeridi ilerler ve karakterlerin hikâyeleri ortaya çıkmaya başlar işte tam o zaman bir başarı öyküsü ortaya çıkar. Zira dezavantajlı bir ortamda şartları ve zemini değiştirmeksizin Sisifos misali mücadele etmek çok zordur. Ama sadece mücadele değildir mevzu bahis olan, büyük başarılara imza atan Siyahi Amerikan atletleri yok sayıldıkları bir topluma her olimpiyatta yüzlerce madalya armağan ederler. İşte bunun adı özveridir. Ayrıca düşenin dostu olmaz darb-ı meselinde olduğu gibi düşene el uzatanın da özveride bulunduğu söylenebilir.

Filmin ana teması hakkında bu şekilde bir giriş yaptıktan sonra diğer unsurlara geçebiliriz. Filmde anlatılan zaman 1950’li yıllardır. Ülkemizin de katıldığı bir savaş olan Kore Savaşı’nda iki kutuplu dünya soğuk savaşını sıcağa çevirir. Dünyanın jandarması ABD gemileri, uçaklarıyla büyük ordularıyla Kore’ye girer. Tabii bu büyük savaşa hor görülmelerine rağmen ihtiyaca mahsusen Siyahiler de katılır. Ama ilk kez Siyahi bir savaş pilotu (Jesse Brown) ülkesine hizmet için görev alır. Hani ilk aşamada güzel bir kurgu gibi kulağa gelebilir ama hikâye tamamıyla gerçektir[1].

Gökyüzünün savaş alanına döndüğü havada uzun çatışma sahnelerinin olacağı bir film beklentisi içinde olanlar üzülecekler çünkü filmin ana anlatısı yukarıda izah edildiği gibi şekillenir. Çünkü dostluk vurgusu bazen hiç olmadığı kadar belirgindir. Zaten senaristler ve yönetmenler savaşın kötücül yanlarını törpülemek için sık sık filmin türüne tezat içeren farklı temaları kullanırlar. Bazen mevzu savaş değil de, sanki bir spor müsabakasıymış gibi oluşturulan bu algı sanırım savaşa soğuk bakan kitleyi ekrana çekmek için planlı bir hamle olarak düşünülebilir. Belki de bu yüzden bazen sekanslar arasında bağlantı yokmuş hissi izleyicide uyanabilir. Yine konudan uzak gereksizmiş gibi tasnif edilebilecek sahnelerin sıkıcı olabileceği tahmin edilebilir.

Yine pek öyle zahmete girilmemiş gibi gözükse de filmdeki efektlerinin ve kostümlerinin gayet iyi olduğunu belirtmek gerekir. Zaten efekt teknolojisi iyi kostümlerle birleştiğinde izleyiciyi geçmişe götüren bir zaman makinesinin düğmesine basılır. Filmdeki bazı küçük ayrıntılar dikkate alınırsa izleyicinin hoşuna giden nostaljik dekorlara rastlanır. Misal 1950 yıllarda çekilmiş filmlerle fark edilen benzerliklerin cezbedici olduğunu kabul etmek gerekir.

Filmin duygusal tınısının oyuncuların performansı paralelinde arttığı dikkatten kaçmaz. Başrol oyuncuları Jonathan Majors’un (Jesse) ve Glen Powel’ın (Tom)  filmografisine kabataslak bakıldığında her ikisinin de ilk kez böylesine duygusal kılıflı bir dostluk hikâyesinde yer aldıklarını söylemek mümkün. Bu arada Glen Powel’ın “Top-Gun: Maverick” isimli filmdeki rolü de bu filmde boy göstermesini sağlamış olabilir. Ne de olsa Powel, mevzubahis filmle yaklaşık yarım yüzyıl arayla ikinci kez savaş pilotu olmayı deneyimledi sayılır.

Tabii Özveri sadece akla yukarıda anlattıklarımızı getirmez. Cuba Gooding Junior’ın meşhur filmi “Onurlu Bir Adam” benzer temasıyla dikkat çeker. Esasında savaş pilotu Jesse’nin gerçekten yaşamış olması “Özveri” filminin biyografik olarak tam olarak kendinden bekleneni vermediği hissini uyandırabilir. Zira Jesse’nin mücadelesi geçmişin geçmişte kalmasından hareketle tam olarak yansıtılmaz. Oysa “Onurlu Bir Adam” filminde Jesse’nin kayıp geçmişine rastlanabilir.

Son olarak her zaman dostluğun, kardeşliğin ve insanlığın kazanacağı bir ortamda filmin önemli mesajlar verdiğini söylemek lazım. Dünyanın her geçen gün daha da yaşanmaz bir yer haline geldiği gerçeğinden hareket edersek, adanmışlık ruhuyla birbirlerine kalplerini verenlerin örnek tutumlarının, gözü pek kahramanlığın, cesaretin ve özverinin baki kalacağını düşünmek abes kaçmaz. Filmdeki karakterlerden Dick Sevoli (Thomas Sadoski) Özveri’nin kısa özetini sunacak bir repliğe şöyle imza atıyor: “ İnsanlık tarihinde kaç savaş olmuş bilir misin? Evet, elbette bilmezsin çünkü çoğu savaş unutulur. O savaşta yer alan herkes kazandıkları madalyalar kahramanlar falan tarih kitaplarında kalır. Çünkü asıl mesele savaş değildir. Savaş hiç bitmez. Zafer günü, bitiş çizgisi yoktur. Şu hayattaki asıl mesele insanların güvenebileceği biri olmaktır. O güven de bir defada kazanılmaz. Ömür boyu kaçmayarak elde edersin.”


* Telmih Dergisi Editörü

[1]https://www.history.navy.mil/content/history/nhhc/browse-by-topic/people/trailblazers/jesse-brown.html Verilen link vasıtasıyla Jesse Brown hakkında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Özveri isimli filmin ayrıca kurgusal bir yönünün de olduğunu belirtmek gerekir. Zira yazar Adam Makos’un Türkçeye çevrilmemiş aynı adlı eseri vardır: https://www.amazon.com/Devotion-Story-Heroism-Friendship-Sacrifice/dp/0804176604

Yorum Yaz