Ahmet Said ÇİTİL

Ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz dünya denen misafirhanede, ne için yaşamalı bu dünyada?
Bedenlerin var olması birkaç bilim dalıyla anlatılabilir onu biliyorum ama hepimizi birbirimizden ayıran, aynı olaylara aynı sorulara verdiğimiz farklı cevaplar, farklı tepkiler… Tanıdığımızı iddia ettiğimiz insanların neyini tanırız? Yüzlerini, boylarını yahut bedenî kusurlarını mı? Yoksa tanıdığımız insanların tepkilerini, olaylara bakış açılarını, korkularını, hayallerini, amaç ve gayelerini mi? Bunları bildiğimiz zaman o insanı tanımış oluruz. Bu bahsettiklerimin hiçbirinin bedenen hiçbir önemi olmamasına rağmen üstelik.
Hepsi fikrî olgulardır ve kendiliğinden oluşur, oluşur oluşmaya da nasıl oluşur? Yaşadığımız şehir midir bunu sağlayan yoksa okuduğumuz okullar mı yoksa ailelerimizin maddi manevi durum ve duruşları mı? Bize kim şekil verir? Eğer yaşadığımız şehir, okuduğumuz okul ve ailesel kaynaklı bir durum bunu belirleseydi, aynı kalıpta birçok insan olmaz mıydı? Zaten var gibi görünse de toplumun mor duvarlarına sıkışmış, kendi fikir ve görüşlerini paylaşamayan ne çok insan olduğundan eminim. Elbette etkileneceğimiz hususlar vardır buna bir itirazım yok. Asıl merak ettiğim bize şekil veren bunca husus varken şekil verecekleri ürün, o saf ürün nerede?
Diye sordu meraklı genç. Bilgisine, hayat tecrübesine ve her fikre saygı duyduğunu düşündüğü, kendince yüce bilgilere sahip olduğunu varsaydığı hocasına.
Hocası bu derin soru karşısında derin bir nefes çekti çünkü olabildiğince sade bir dille anlatmak zorunda olduğunu hissetmişti. Başını hafifçe kaldırıp yılların sesinde bıraktığı zorlu günlerin feryatlarının gizlendiği bir ses tonuyla anlatmaya başladı.
Var olan yalnızca bedenlerimiz değil, yüzlerimize ve bedenlerimize etki eden. Ruhlarımız var. Bizi alem-i hayvanattan ayıran fikirlerimiz var. Düşünmek için geldik düşünelim: Niçin geldik?
Aynı olayları aynı şartlarda yaşayan ikiz kardeşler hem bedenen hem dış etmenlerce eş tutularak yaşamalarına rağmen fikir ve görüşleri farklı oluyor. Demek ki * “Bir ben vardır bende benden içeru” dediğimiz zaman kendimizle tanışmış olmaz mıyız? Ruhumuz var ise ömür dediğimiz olguya nasıl akıl erdireceğiz? Ömür dediğimizin kısaca tanımı: hayatî işlevlerin işlevini yitirdiği ana kadar geçen vakit değil midir? Hayatî işlevler bedenen ise ruhumuzun ölmemesi gerekmez mi? Ölünce nereye gider ruhumuz. Geçen uzun senelere rağmen çürüyecek olan bedenimizle bir çukurda bekler mi? Belki de reenkarnasyon fikri de buradan geliyordur.
Merak ediyorsun değil mi? Dedi nefesleri uzun cümlelere dar gelirken. Biraz dinlenip derince bir nefesle devam etti.
Geldiğimiz ve gittiğimiz elbet bir yer vardır o yüzden ruhumuza da bir koltuk ayrılmıştır elbet. Peki ne zaman ve nerede rezerve edilmiştir o koltuk? Bedenen, fikren ve ruhen bir bütün olmadır insan. Demek ki insan bedenden ibaret değil. Geldiğimiz gittiğimiz ve şu an bu istikamette yürüdüğümüz günümüz ve tüm bunları zâhirde bedenen işlediğimiz ama hakiki boyutta bize yön veren ’’Bir ben vardır bende benden içeru’’.
Fikrimize fikrini kabul ettiren ruhumuz, fikrimizle hareket eden bu bedene hükmediyor demek ki. Bize ayrılmış olan koltuğu belirleyecek olan ise fikirleriyle bir sonuca varmaya çalışan ruhumuzun, sahip olduğu bedeniyle işlediği her şeydir. Peki kendimizi dışarıdan nasıl görürüz yahut nasıl görmelerini istiyorsak öyle mi olmaya çalışırız ya da bedenen tanındığımız bu misafirhanede, sizi tanımayan insanların size hükmettiği unvan yahut yakıştırmalarla mı yaşamalı. Onlar için mi kendini frenlemeli insan, ailesi için mi, yaşadığı şehrin kültürü için mi? Hepsine hayır. Herkes kendine yakışanı yapar. Peki ya bize yakışan olduğunu iddia ettiğimiz fikir ve davranışlar neye göre ölçülür? Diyerek meraklandırıyor ve meraklı genç daha da dikkatli dinliyordu farkında olmadan. Gayesine ulaştığını sezer gibiydi bilge hoca ve devam etti.
Demek ki takdir-i ilahi tarafından bedenlerimize hapsettiğimiz ruhlarımız birer vazifedardır. Niçin memur edilmişse onun için yaşar. İnsan kendi için yaşamalı. Kendi dediysem her gün tanıştığı kendi için. İnandığı tüm değerlerin hakkını verip, ruhunu oluşturan, kabul edip inandığı tüm doğrular, davalar ve inancı için. İnsanı o insan yapan, diğerlerinden ayıran sevdiği sevmediği her şey için yaşar insan. Yanlışlarıyla iç içe. Bedenî fikrî ve ruhî karmaşıklığı çözmeye çalıştıkça düğüm ede ede yaşar ve yaşamalıdır. Herkes kendini oluşturan her şeyle yaşamalı ve tüm insanlara saygı gösterip hoşgörü ile yaklaşmalı. Nihayetinde her insan farklıdır. Özünde ne olursa olsun, cihanın halifesi olan, bedenî fikrî ve ruhî bütünlüğü tamamlamış olan, insandır.
**Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Deyip sözlerini bitirdiğinde, soğumuş çayından bir yudum aldı ve baktı. Meraklı gencin gözlerinde karanlıkların aydınlandığını fark etti. Bu onun için yeterliydi. Sözlerini ve nefesini boşa harcamamıştı. İçinden geçirdi. Ben anlatma memuru olarak o da dinleme memuru olarak vazifesini yerine getirdi. Allah razı olsun dedi kalbiyle, meraklı genç için. Hiçbir şey demeden kapıyı gösterdi usulca, çay bardağını tuttuğu eliyle. Söylenecek her şey söylenmişti ve meraklı gençte bunu hoşgörüyle karşılayıp hocasını kendi ile baş başa bıraktı.
*Yunus Emre
**Şeyh Galip