HAYAT VE ÖLÜM

A. OKTAY FERİK

Atsız Bey merhum bir şiirinde der ki;

“İnsan doğar beşikte mezarda yatmak için… “

Bendenizde bir şiirimde;

“Doğana ezan ölene sala akıbet yakın

Sanki beşikten mezara bir akın var akın”

Diyerek hayat ve ölüm arasını tasvir etmeye çalışmıştım.

Ömür dediğin bir nefes… Zaman dediğin paha biçilmez bir kıymet… Herkese süresini Allah’ın bileceği bir ömür takdir edilmiş. Hayata geliş gayemiz var. İnsanoğlu doğduğu andan son nefesine kadar sorumlu bir varlık. Mesulüz, mükellefiz. Başıboş değiliz. Hesaptan, sorgudan, sigadan masun değiliz. Öyleyse sonunda çetin bir muhakemenin olacağı bu hayatı, güzellikler ile doldurmak insan olmamızın gereği değil midir? Ardından kalıcı izler bırakmak, başta ailesine ve çevresine daha sonra en geniş manasıyla ülkesine ve insanlığa takdir edilecek eserler ve faydalı işler bırakmak ömür sermayesinin en güzel numunelerinden değil midir? Hayatın içinde olanca keşmekeş ve kargaşası neticesinde fark edemediğimiz, fark etsek te müdahale edemediğimiz bir sürü yaşanmışlıklar oluyor. Kırılıyoruz, üzülüyoruz, öfkeleniyor ya da sevinçle doluyoruz. Zamanın akışında her bir duyguyu çok hızlı yaşıyor bazen tadını bile almadan bu insani hisleri tüketiyoruz.

Her ne olursa olsun finalinde ölüm olan bir yolculuktayız sevgili dostlar!…

Bir varmış bir yokmuş gibi ve yahut biri bir gün masalları gibi kısa bu hayat. İnsan olmamızdan kaynaklı dünyaya ait beklentilerimiz, hedeflerimiz, ideallerimiz ve bunlara bağlı olarak hırslarımız olabilir. Bazen hırs ve isteklerimiz kontrolden de çıkabilir. Bu hırs ve istekler bizleri etrafımıza karşı kırıcı ve yakıcı bir karaktere dönüştürebilir. Böyle uç zamanlarda bizi frenleyecek, nefsimizi sigaya çekecek, aklımızı başımıza getirecek bazı amelleri ulu bilgeler ve din büyükleri tarif ve tavsiye buyurmuşlardır. Mesela, ölümü düşünmek… Mesela, bir cenazeye iştirak etmek… Bir hasta ziyareti ya da mezarlığa gidip oradaki sessiz bekleyişi tefekkür etmek… Bu gibi işler insanın hırslarına ve gözünü döndüren ihtiraslarına gem vuracak manevi tedbirlerdir. Ölüm en büyük ibrettir. Elbette almasını bilene… “Ölümü düşünün” diyor iki cihan serveri… Müteveffa, ezelde takdir edilen bir hayatın ardından artık dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmıştır. İslam inancımıza göre ölmek yok olmak değil, esasen yeni ve sonsuz bir hayata başlamaktır. Mesul ve mükellef olduğumuz hayatın hesabını verdikten sonra ilahi lütfa ya da ilahi cezaya razı olmaktır. Musallada yatan kişinin artık hareket kabiliyeti bitmiştir. Ona dünyaları da versen, ne alabilir ne de ardından koşabilir. Dün yerinde duramayan insanların cansız bedenleriyle kendisini taşımayı bekleyen insanların önündeki bekleyişleri ve son yolculukları ibretlerin en müessiridir. Hayat işte bu kadar kısa… Ve bizi zorlayacak en çetin sual o hayatın içinde saklı…

Vaktini nerede geçirdin? Ne işle meşgul oldun? Sana zaman verdim nasıl kullandın?

Bana biraz daha zaman verin kalkayım, ülkeme ve vatanıma hayırlı işlerde bulunayım dese bile geri gelmeyecek bir şey zaman…

Onun için sevgili okurlar, ölüm ile son bulacak bir hayatın ardından bolca tefekkür edelim. İbret almaya bakalım. Hırs ve ihtiraslarımızı artık bizimle aynı hayatı paylaşmayan, aynı şartlarda olmadığımız merhum ve merhumelerle yarıştırmayalım. Bırakalım onlar uğurlandıkları ebedi âlemde iyi veya kötü amellerinin hesap gününü beklesinler. Sıranın yarın bize geleceğini unutmayalım. Hayata, sonsuz anlamlar yüklemeyelim.

Nitekim Göktürk kitabelerinde denildiği gibi;

Zamanı Tanrı yaşar,

İnsanoğlu ölmek için varmış…

Baki selam…

Yorum Yaz