Acının Merkezinden Yazıyorum II

Adıyaman 1

Talat Özer

Hava soğuk, yollar çatlak. Ağaçlar depremin şiddetinden ikiye bölünmüş. Malatya’dan geçiyoruz.
Anılarımızda diri olan, her il dışına çıktığımızda gözümüzle gönlümüzle selam verdiğimiz diyardan.
Orada birileri ağlasa burada duyduğumuz diyardan.
İyi kötü anılarımızın olduğu, mutlaka bir dostun bizi bulduğu o diyardan…
Sağımız ve solumuz enkaz. Hâlâ aramalar devam ediyor.
Bir iç çekiş, bir yorgun bakış, bir geniz yangını…


Yolculuğumuz yardımın geciktiği şehir Adıyman’a. Erkenek tüneli hasarlı, daha yeni temizlenip trafiğe tek yönlü olarak açılmış. Sağımızda ve solumuzda doğu, güneydoğu ve karadeniz bölgesinden gelen araçlar, iş makineleri, depremin dördüncü günü ve ancak gidebiliyoruz. Adıyaman’a doğru yol ağır ilerliyor. Bir nakliyat ve doblo tipi bir arabayla yola revan oluyoruz. Yolların çatlaklıklarına değil el, kol bile girecek durumda. Kalbimizin enkazında o son çiçeği korumak istiyoruz yeniden düzeleceğiz umuduyla…


“Bu yol böyle bitmez.” diyor Gökhan. “Ara yollardan gidelim ama enkazlarla karşılaşabiliriz.” Aldırış etmeden yan ara yollara girip, enkazlar arasından geçip Şambayat’a varıyoruz. Halk enkazların etrafında ve kendilerini güvende tuttukları bir bölgede öylece korkunun etkisiyle bekliyor. Elimizde ne varsa Telmih Gönüllülük Hareketi olarak oradaki insanlar ile paylaşıyoruz. Bir adam geliyor yanımıza “Gardaş bu amcanın 17 kayıbı var. Durumlarda pek iyi değil,amcaya destek olun. Bize bir şey vermesinizde olur. Malzemenizi onunla da paylaşın.”
Halkımız acının ve korkunun etkisiyle hiçbir şey isteyemiyor. Yürek yaralı, can ömür burcunda refakatçi gibi duruyor. İnsanlar perişan bir durumda. O bölgeye jandarmanın da koordinasyonuyla elimizde olan ne varsa paylaşıyoruz…


Havanın karanlık olması bizim ne ile karşılaşacağımızı bizden biraz gizliyor. Sonra telefonumuza Elazığ koordinasyonundan bir mesaj ulaşıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ilk kamyonu Adıyman’a doğru yola çıkmış. Dağıtım yapacak ekip yolda fakat trafik ilerleyişi yok denecek kadar kötü. “Tırı Telmih Gönüllülük Hareketi siz teslim alın.” diyor. O gün ikiye ayrılmak zorunda kalıyoruz. Ekip olarak doblo araç ile gelen arkadaşlarımızı Elazığ’a gönderiyoruz.


Asıl hikaye burada başlıyor ey okur! Acının merkezinde birkaç günlük yerleşiklik burada başlıyor. Önce bir saatlik bir boşluk bulup kendimizi Gençlik Spor Bakanlığı’na bağlı Adıyaman Gençlik Merkezi’ne atıyoruz. Orada bizi Elazığ depreminde günlerce yan yana mücadele ettiğimiz, insanlık adına tüm gücünü gönlüyle kullanan ve Elazığ’dan gönüllü lider olarak Adıyaman’a gelen Ziya Ahlatoğlu karşılıyor. O’nu görünce Elazığ depremini yaşadığı an geliyor aklıma. O zaman Kibar teyze sağ fakat hasta yatağında yürüyecek dermanı yok. Ziya Ahlatoğlu annesinin üzerine kendini atıp “Öleceksek birlikte ölelim anam!” diyor. O depremi sağ olarak atlatan Kibar teyzemiz depremden kısa bir sonra rahatsızlıkları dolayısıyla emanetini hakka teslim ediyor.
Velhasıl içeriye giriyoruz. Bir köşede oturuyoruz. Herkesin yüzünde korku, herkesin içinde ayrı bir ürperti. Yan tarafta iki genç “Urfa’dan geldik ağabey, gücümüz neye yeterse onu yapacağız.” diyor.
Bu mekanda çalışan insanlarda depremde vefat etmiş yaralı gönüller var. Kurum müdürü ağabeyini toprağa koyup gelmiş ve işi bir yerden tutmuş güçlükle. Dedim ya acının merkezindeyiz. Uykunun toparlandığı, başını yastığa koyanın bir daha uyanamadığı, tam olan ailelerin eksik olarak doğan günü karşıladığı bir yerdeyiz. Şehir merkezinden birkaç adım uzaklıkta üniversitenin hemen girişindeyiz. O sırada bir ses “Çöpleri yakın. Çöpler toparlanmıyor, salgın hastalık olmasın!” sözü…
İnsanların nereyi bulurlarsa orada uyumaya çalışmaları, çocukların gözündeki korku ve gittiğimiz sırada bir telefon. “Ben ölmedim. Enkazın altındayız. Gelin beni kurtarın!” demesi ve gönüllü ekibimin çıkıp aramaya destek olmaları… Ziya ağabeyin “Gün boyu ne yaptın?” sorusuna gözleri dolarak “Sorma hocam sorma. Gün boyu şehir merkezinde torbalarla ceset taşıdım…” deyişi. O an Gökhan ile birbirimize bakıp ne ile karşılaşacağımızı zihnimizden geçiriyoruz.
Araç şoförlüğümüzü gönüllü olarak yapan Aydın Ağabey’e “Abi sen dinlen istersen. Yarın zor bir gün olacak.” deyip birkaç saatte olsa dinlenmeye uğurluyoruz.
Gökhan ile ben sahaya Elazığ’dan alışkınız. Gözyaşı dökmek istesekte dökemeyiz. Üzülmeye, acıyı yaşamaya zamanımız yok… O insanların yarası tam olarak sarılamayana kadar bizim ağlamaya hakkımız yok.
Gülmeye de…
Siz de insansınız diyeceksiniz bana. Haklısınız. Ama birkaç kişinin kendinden vazgeçmesi lazım. Acının merkezindeki insanların yarasını sarmak için… İşte biz gönüllü olarak o yükü sırtımıza, sırrımıza almak istedik.
Bir telefon çalıyor. Arayan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yardımını yükleyip gelen Çağlar Koruklu.
“On dakikaya konuma ulaşacağım, tırı yağmalatmamamız lazım. Güvenli bir bölgeye alalım.”
“Tamam abi.” diyorum. “Sen gel biz seni bekliyoruz.”
Gençlik merkezinden o esnada çıkıp tırı üniversite caddesinde güvenli bir alana alıyoruz.
“Abi.” diyoruz. “Uyu dinlen, yoldan geldin.”
Bize aynı şu şekilde naklediyor.
“Hiç durmadan İstanbul’dan buraya kadar geldim. İnsanlar o haldeyken ben nasıl durayım? İnsanlar soğuktayken, enkazın altında onlarca can varken ben nasıl da durayım? Burası ilk sevkiyat durağım da değil. Önce Hatay’a gittim. Şehir dümdüz. Şehir yerle bir olmuş. İnsanların yüzündeki o acıyı gördüm ben. Nasıl durarak geleyim? Siz buralı mısınız?”
“Yok abi. Bizde emanetin emanetçisi olarak geldik buraya.”
“Aç mısınız? Vallahi yemek var, araçta bölüşelim aşımızı.”
“Abi sağ ol. Biz aç değiliz.”
“Yol boyu hiç durmadan geldim, yemek yemek bile aklıma gelmedi.”
“Sen yemeğini ye. Allah senden razı olsun.”
“O zaman şu iki hurmayı alın,kan şekerinizi dengeler” diyor…
Rabbim emek verenlerden razı olsun. Gürbulak Lojistik’in sahibi araçlarını hiçbir beklenti olmadan destek amaçlı bölgeye göndermek için çıkardı.
Dedi ki:
“Evi yıkılan varsa Çağlar, al gel. Bir hane buluruz. Anne ve babasını yitiren bir çocuk varsa gel onlar da artık evladımdır benim. Bu borcu sizinle de paylaşmak istedim. Sahadasınız, böyle birine rastlarsanız bana da bildirin… Siz yardımlaşma derneği misiniz?”
“Hayır abi. Biz kültür sanat ve edebiyat dergisiyiz. Biz bu acıyı Elazığ depreminde yaşadık. Neyin ne olduğunu biliyoruz. Biz yeşil yelekliler, gönüllüyüz… Sohbet uzar uzamasına fakat sen yorgunsun, uyu istersen.”
“Siz ne yapacaksınız peki gençler?”
“Abi biz tırı bekleyeceğiz her ihtimale karşı. Sen bizi dert etme, biz alışkınız gün doğumunda güneşin selamını almaya…” diyerek Çağlar ağabeyin uyumasını bekledik. Onu rahatsız etmemek için o ana kadar hiçbir şey yapmadık. Sonra Gökhan kısık bir sesle “Bölgeye çalışalım. Zaten uyku yok. Yarın oldukça fazla sahada olacağız” dedi…


Önce Elazığ Merkez’den gelen koordinatları kendimize göre sıraladık. Günün ilk ışıklarına kadar yarı uyuduk yarı uyandık, tırın güvenliğini sağladık. Sabah sahaya çıkmak için inanın can atıyorduk çünkü insanlar acayip perişan haldelerdi. Merkezde olan insanlara değilde kırsala gidecektik. Köy yollarının yeni açıldığı yerlere, gözyaşının içimizde donacağı yerlere, bir daha göremeyeceğimiz yüzlerin, göremeyeceğimiz insanların olduğu topraklara…


Aracımızı yükleyip koordinasyonlarımızı sağladıktan sonra aracımızı kullanacak olan Aydın Gülbasan ağabeye:
“Yollar yeni açılmış. Gideceğimiz yerlerde kaya patlamaları var. Senin için sorun olacaksa bu malzemeyi şehir içerisinde dağıtalım.” dedik.
“Öyle şey olur mu? Kaderde ne varsa onu yaşarız. Oradaki insanlara hiç yardım ulaşmamıştır. Biz oralara gidelim, oradaki insanların bizlere daha çok ihtiyacı var.” dedi.
Acının merkezine yolculuğa başladık. O yolların kısa da olsa bir videosu var ey okur! Onu da yazının sonuna sizler için bırakacağım. Ölümün kokusunun sindiği topraklarda Allah’a emanet yolculuğumuza başladık. Toprak kaymıştı. Yönler değişmişti. Zaten bizim ulaşabildiğimiz köylerin ötesine asker halikopter ile kumanya indirebiliyordu, durumu artık siz düşünün… Gittiğimiz her köyde tamamen çöken köy evleri vardı. Ağıtlar, köşe başında ağlayan kadınlar ve içine dönüp “Sen erkeksin, ağlayamazsın.” diye çocukken inandırılmış yaşlı amcalar. Mezarlıklarda insanlar depremde yitirdikleri yakınlarını gömüyorlardı. Anıları dirilte dirilte dünyadan göçenleri gömüyorlardı. Kimi elinde kürekle dönerken kimi de kucağında battaniye ile gidiyordu… İşte o an ilk defa bir ah çektim gördüklerimin karşısında. Belki bu ah evvel zamanı görürsem saçıma bir beyaz ak olarak düşekti. Belki de bu ah “elinden geleni yaptın, yetmedi” diyerek vicdanıma yapışıp duracaktı.
Gözlerime ‘sus’ dedim.
‘Sakın ha sakın sus. Bugün senin konuşma zamanın değil. Zaten gözyaşı sesleri her yeri inletiyor, senin damlamaya hakkın yok. Ölümün kokusu enkazlardan burnuna yapışsa bile senin ağlamaya hakkın yok. Sen diri ve iyi durmalısın ki bu insanların yeniden yüzü gülebilsin.’
Verdiğimiz bir battaniye sanki dünya armağanı oldu insanlara. Verdiğimiz bir paket aş musmutlu etti insanları.
Şimdi bana hâlâ daha niye sahadasın diye soruyor musunuz? Evime, aileme dönemiyorum…
Orada ağlayan insanlar varken gülemiyorum…


Yazının uzadığının farkındayım ey okur! Ama ayrıntıları atlamadan sizlere anlatmak istediğim üç hikaye ile bu yazıyı sonlandırmak istiyorum.


Çamyurdu civarında yol üstünde duruyoruz. Orada Haydar amca, iki oğlunun ve eşinin bir korucu kulübesine sığındığını görüyoruz.
Diyorum ki “Haydar amca, ev ne tarafta?”
“Eve giremeyiz yeğen. Dağdan kopan kaya geldi evi ikiye böldü, buraya sığındık bizlerde. Allah sizlerden razı olsun. AFAD ekiplerinden sonra ilk ulaşan ekip siz oldunuz. Bizlere erzak getirdiniz, bizleri ilk siz düşündünüz. Bir demliklik çayımız var, size çay ikram etmeden bırakmam” diyor… Bir de Gerger’de birkaç kişi evine gıda stoklamış, öyle diyorlar. Gidip onları perişan edeceğiz. Milletin olanı milletle bölüşmek gerekiyor.
Acının içinde de olsa biz gönlü zengin insanlara rastlamak mümkün. İşte bu milleti ayakta tutan güç bu olsa gerek


İkinci bir yerde duruyoruz. İki genç enkazdan bir şeyler çıkarmak için mücadele ediyor. “Var mı can kaybı?” diyor. “Abi beni enkazdan çıkardılar fakat nenemi çıkaramadım abi nenem orada kalıp vefat etti, dün gömdük. Hayvanlarımızın hepsi telef oldu. Şimdi ne yapacağız abi biz ne yapacağız? Abi battaniye ver. Burası çok soğuk, bir de telefonunuz var mı ağabey? Hiç kimseden haberimiz yok bir arama yapayım.”
O an o esnada gözleriniz doluyor fakat onları güçlü kılmak için ağlayamazsınız. Devlet-millet bu acıyı aşacağız diyorsunuz.


Bir başka yere gidiyorsunuz. Diyorlar “Baraj yapılacaktı. Bu evleri boşaltacaktık. Evler suyun altında kalacak diye yakında gidecektik hepimiz. Baraj parası ile şehirde ev aldık. Şimdi şehirde aldığımız evlerin hepsi yıkıldı. Buradaki evlerde oturulmaz halde, şimdi biz nereye gideceğiz? Yan köyde balyaya girdiniz mi? Onların onlarca kaybı var gördünüz mü?” diyor.
Susuyorsunuz.
Sağda solda battaniyeye sarılı onlarca insan cesedi ve sıra sıra açılmış mezar başlarına dikilecek numaralar…

Acının merkezinde gerçek hayat hikayelerini gücümüz yettiğince dilimiz döndüğünce anlatmak istedim ey okur! O anları zihinde bir film karesi olarak yeniden yaşamak çok zor. O anı kemiklerinize kadar hissederek yeniden yaşamak… Fakat yazılmazsa toprağa karışıp gidecek bu anlarda. Bir de yazmak istiyorum ey okur! Gerçekten yazmak…
Çünkü konuşacak bir şey yok.

Ekip arkadaşım olan Serkan ağabeye dönüp soruyorum “Abi, nasılsın? Toparlanabildin mi?”
“Bu acı içimize yerleşti. Evde o insanlar perişanken oturamıyorum. Hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Sahada olmadığım gün vicdanım rahat etmiyor.”

“Gökhan annen hasta, bugün gelecek misin?” dediğimde “Ablam evde, bir şey olmaz onlar idare ederler.” diyor.

“Aydın abi sahaya çıkacağız,müsaitlik durumun nedir?” diye sorduğumda “Dünya işi ertelenir ama o insanların bize ihtiyacı var, gidelim” diyor.

Telefon ile ulaşan, mesaj yazan, yanımızda olan, bizi diri tutan, bu acıyı dostluk kardeşlik ve birliktelikle Telmih’leyen herkese teşekkür ediyoruz
.
“Göğün olduğu her yerde yuvamız var.” derken biz bugünleri hayal etmiştik ve gidemediğimiz hiçbir yer bizim değil…

Bir de sevdiklerinizin kıymetini bilin. Havadan sudan nedenler yüzünden onları üzüp incitmeyin. Çünkü 40 saniyede tüm ömürler siliniyor…

Bu satırları size acının merkezinden, yorgun bir bedenle yeniden dirilmek için yazıyorum…

Yorum Yaz